Karacaoğlanın mezarı buludu
Bulunan bir mezar taşı üzerinde "Kacaoğlan'ın Ruhuna Fatiha" yazıyor.
Karaman'ın Sarıveliler İlçesi'ndeki Hacı Salih Camii'nde yapılan restorasyon çalışması sırasında yaklaşık 1 ay önce iş makineleri tarafından bahçede Osmanlıca 'Karacaoğlan’ın Ruhuna Fatiha' yazılı bir mezar taşı ve mezar bulundu.
Yapılan incelemelerde,mezar taşının Karacaoğlan’ın yaşadığı 17'nci yüzyıla ait olduğunun güçlük kazanması heyecan yarattı. Mezarın kime ait olduğu saptamak için başlatılan incelemeler sürüyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yaklaşık 1.5 yıl önce Sarıveliler İlçesi'ndeki tarihi Hacı Salih Camii'nin restorasyon çalışmasına başladı. Yaklaşık 1 ay öncede iş makinesiyle bahçede yapılan çalışmalar sırasında bir mezar taşına rastlanıldı. Bunun üzerine mezar taşının çevresindeki toprak temizlendiğinde bir mezar olduğu ortaya çıktı.
Mezar taşının üzerindeki yazının ne olduğunu tespit etmek için çekilen fotoğraf, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akgül'e gönderildi. Akgül yaptığı incelemede taşın üzerinde Osmanlıca 'Karacaoğlan’ın Ruhuna Fatiha' yazılı olduğunu ifade etti.
Taş üzerinde yapılan kronolojik incelemede ise taşın 1600'lü yıllara ait olduğu sanılması, 1606' doğduğu, 1679 ya da 1689'da öldüğü tahmin edilen halk şair Karacaoğlan'a ait olması ihtimalini güçlendirdi.
Edebiyat Müze Kütüphaneleri
Dünyanın çeşitli ülkelerinde tanınmış yazarlar adına edebiyat evleri ve müzeleri vardır. Edebiyat evleri ve müzeleri bulundukları kentin, edebiyat ve estetik kültürünün yaşandığı ve geliştirildiği ortamlardır. Bu kurumların koleksiyonlarında güncel estetik ve edebiyat ile ilgili yapıtlar bulunduğu gibi eski elyazmaları ve basma eserler de sergilenmektedir.
Türkiye edebiyat alanında zengin bir birikime sahiptir. Bunun yanı sıra giderek gelişen çok yönlü bir güncel edebiyat üretimi görülmektedir. Sadece 2010 yılında 570 yeni roman yayımlanmıştır.
Bu çerçevede oluşturulan Edebiyat Müze Kütüphaneleri;
(M.S. 1017) 11. yüzyılın başlarında Karahanlı Devleti'nin Balasagun şehrinde dünyaya gelen Yusuf Has Hâcib İyi bir eğitim gördü. Çağının geçerli bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça da öğrendi. Balasagun'da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı yapıtını 1069 yılında Kaşgar'da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Ebû Ali Hasan ibn Süleyman Arslan Hakan'a sunmuştur. 1077 yılında Kaşgar'da vefat etti. Türbesi bu kenttedir.
Kutadgu Bilig, her iki dünyada da mutluluğa kavuşmak için gidilmesi gereken yolu göstermek maksadıyla yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib'e göre, öteki Dünya'yı kazanmak için bu dünyadan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır; Oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer; Bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve yanlışları bağışlamaktan geçer. İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu dünyada hem de öteki dünyada mutlu kılacaktır.
Kudadgu Bilig'den
1 Her şeyden önce kadir ve bir olan Tanrı gelir, sonsuz hamd ve sena da ancak ona lâyıktır.
2 Büyüklük sahibi, kadir, zü 'l-celâl; yaratan, türeten ve kudretin kemâline sahip olan Tanrıdır.
3 Yer, gök ve mahlûkların rabbı her kesin rızkını hazırlamıştır; sen güle-güle ye.
4 Herkese saymadan rızkını verir; herkese yedırır, fakat kendisi yemez.
5 Bücün canlıları hiç bir zaman aç bırakmaz, var ettiklerinin hepsine yedirir ve içirir.
6 Nasıl ki, diledi ve her şey oldu; böylece o kimi isterse, onu yüceltir.
7 O seçkin resule salât ve selâm, yine arkadaşlarına selâm ve ihtiram.
8 Muhammed peygamber mahlûkların başıdır, o bütün bunların göz üstünde kaşıdır.
9 Yine bu kitap çok aziz bir kitaptır; bilen için bir bilgi denizidir.
10 Değerli bilgiler ile süslenmiştir; artık sen şükret ve kanaatkar ol.
11 Bunların her birine bir çok hakimlerin sözlerini inciler dizer gibi sıralamıştır.
12 Meşrik hükümdarı, maçinlüer beyi, bilgili, anlayışlı, dünyanın ileri gelenleri,
13 Hepsi bu kitabı benimsemişler ve hazînelerine koyup, saklamışlardır.
14 Birinden birine miras olarak kalır, bunlar da kendilerine alıp, başkalarına vermezlermış.
Geçti öyle hayli zaman
Bir katır çıktı uzaktan
Türk Edebiyatı Vakfı'nın ve dergisinin hizmet verdiği Cevrî Kalfa Mektebi, uzun süren restorasyon döneminin ardından yenilenmiş haliyle açıldı.
Vakfın kurucusu Ahmet Kabaklı'nın ölümünün 10. yıldönümü anma programları kapsamında gerçekleşen açılış töreninde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, vakfın bu tarihî binada yeni edebiyatçılar yetiştirmeye devam edeceğini söyledi.
Sene 1808... Alemdar Mustafa Paşa sarayı basınca, tahtta oturmakta olan II. Mustafa, korkuya kapılıp eski padişah III. Selim ile şehzade II. Mahmud'un katlini ister. Sultan Selim öldürülür. Sıra şehzadededir. Silahlı adamlar genç şehzadenin peşinde koşarken merdiven başında bir kadın belirir. Cevrî Kalfa, elindeki bir tas dolusu sıcak külü savurmaya başlar. Aşağıdakiler gözlerini ovuştururken, Şehzade Mahmud'a da taht yolu açılmıştır. II. Mahmud, Cevrî Kalfa'nın iyiliğini unutmaz. Adına Üsküdar'da bir cami, Divanyolu'nda da sıbyan mektebi yaptırır. 1985'te Türk Edebiyatı Vakfı'na tahsis edilen Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi'nin restorasyonu tamamlandı. Vakfın ve Türk Edebiyatı Dergisi'nin kurucusu Ahmet Kabaklı'nın ölümünün 10. yıldönümü anma programları çerçevesinde, Türk Edebiyatı Vakfı ve Edebiyat Kıraathanesi'nin açılış töreni dün yapıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı törende Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile Ahmet Kabaklı'nın yakınları, dostları ve sevenleri de yer aldı.
]]>AY
Bütün gün kırlarda, deniz kenarlarında dolaştık. Güneş, hayale müsaade etmeyecek tarzda her şeyi vâzıh ve berrak gösterdiği için yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik.
Ağaçların tozlu yapraklarını, kayalar üzerinde durup soluyan kertenkeleleri, denizin kirli suları altında cam kırıklarını, paslı tenekeleri, eski pabuç naaşlarını seyretmenin ne kadar çabuk ruha kesel verdiğini tecrübe etmeyen var mı?
Güneşli kırlarda geçen bir gezinti gününden sonra, akşamüstü, eve mahzun ve nevmîd dönmemenin mümkün olmadığını tecrübelerimle bilirim. Güneş, bütün gün, insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır. Onun ışığında eğlenmenin ve mesut olmanın hiç imkânı var mı?
]]>
Şiir ve Edebiyat Sohbetleri
Birçokları gibi, benim de dilime bâzen bir söz, bir cümle, bir beyit takılır, tekrarlarım. Bir târihte Neşâti’nin:
Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile
Mısralarındaki buruk zevki tadıyordum. Arkasından, bir vak’a hatırladım.:
Bir vapur yolculuğunda, bir Fransız yazarı, tanınmış bir Türk edibine:
- Bir Türk şiiri var mıdır?
Demek tuhaflığında bulundu. Bu soru, şunun için tuhaftı ki şiirsiz millet hatta kabile tasavvuru yanlıştır. Bir zamanlar Fransız krallarının, hükümdarından himâye talebettiği milleti ise şiirsiz tasavvur etmek büsbütün tuhaf olmak lazım gelir. Türk edibi, Fransıza XVII. Asır şairi Neşâti’nin bir gazelini okudu ve açıkladı. Şiiri ses ve mânâ olarak zevkle dinleyen Fransız, bilhassa son beyti duyunca:
]]>Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile ‘tipik insan'ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardır.
]]>Aytmatov’u bütün derinliği ve yoğunluğu ile analiz etmek, eserlerini bir münekkid idraki ile irdelemek, tespit ve teşhis operasyonuna tabi tutmak, yorucu çalışmalar gerektirir.
Biz bu özgün ve farklı yazarın fikir dünyasına, ana başlıklarla ışık düşürmeye çalışacağız. Aytmatov’un eserlerine edebî ve estetik yaklaşım denemesi olacak bu.
]]>
Ön planda, aşkın ve hüznün lirik destanının yazıyor gibi görünse de, onun usta bir sembolizmle bezediği ve âdeta şiir cümlesi gibi yoğun bir psikoloji, yoğun bir sosyal gönderme/çağrışım, soyutlama, ve telmih yüklü anlatışının arka planını sezebilenler, ondaki insanı ezen sosyal baskılara karşı çıkışı, insanın tarafını tutuşu kolaylıkla görebilirler.
Aşk ve lirizm Aytmatov’da, insanı derinden yakalamak, düşüncesini sarsmak ve duygusallığa açılan pencereden ufuk ötesine açılarak; kültürel kimlik şuurlanışına uzanmak için bir vasıtadır.
]]>
Cengiz Aytmatov yüzyılın tartışmasız en güçlü yazarıdır. En güçlülerden biri değil, biriciği. Tek olanıdır. Öyle ki, dünya edebiyatının devi diye nitelendirilen Dostoyevski bile, eğer yaşıyor olsaydı, Aytmatov’un insanı derinden sarsan büyüleyici üslubu karşısında hasedinden ölürdü.
]]>
Sistemin baskısı ya da insanın kendi özüne yabancılaşması neticesinde şahsiyetini ve sosyal/kültürel hafızasını kaybetmesini; zihnî yönden köleleşmesini çarpıcı bir şekilde izah eden mankurtizm, Beyaz Gemi’de, Gün Uzar Yüzyıl Olur’da, Cengiz Han’a Küsen Bulut’ta, Dişi Kurdun Rüyaları’nda ve diğer romanlarda da kullanılır.
Şüphesiz bu kavramı doğuran, o coğrafyanın sert ve acımasız sosyal yapısıdır.
Efsane ve mitik unsurlara da romanlarında sıkça yer veren Cengiz Aytmatov, son romanı ‘Kassandra Damgası’nda bir Yunan efsanesinden yola çıkarak, dizginsiz teknoloji ile azgın genetik mühendisliğine ağır eleştiriler yöneltiyor. Uzayda insan embriyonu üzerinde araştırmalar yapan bir bilim adamı aracılığıyla, kötülükler yüzyılını yergili bir dille tahlil ediyor.
Olanı anlatır Aytmatov. Cemiyete tutulan ayna gibi gerçeği yansıtır. Mankurtlaştırmaya karşı çıktığı kadar, kendiliğinden/gönüllü olarak mankurtlaşmaya (güdülmeye müsait mizaca, pasifliğe) de karşı çıkar. Dirilmeye, uyanmaya, aktif olmaya çağırır insanı. Töresine, örfüne, geleneğine ve geleceğine sahip çıkmasını ister.
]]>
İlk Çağ Anadolusu’nda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağ’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.
Batı dünyasında hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran, İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı “Decameron” adlı eseriyle ilk hikâye örneğini vermiştir. XVIII . yüzyılda Voltaire bunu geliştirir. Rönesans’ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur. Alphonse Daudet ve Guy de Maupassant gibi Fransız yazarlar bu türün güzel örneklerini vermişlerdir. İngiliz edebiyatında Stevenson, Rudyard Kipling önemli eserler vermişlerir.
Daha sonraları Mark Twain , John Stainbeck , Anton Çehov gibi sanatçılar mizahi hikâyeleriyle bu alanda ün kazanmışlardır.
]]>Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre .
1) OLAY ( KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ : Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant (Gi dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Maupassant Tarzı Hikâye” de denir.
]]>2 Aralık 1884'te Üsküp te doğdu. 1 Kasım 1958'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Ahmed Agâh. Üsküp Belediye Başkanı Nişli İbrahim Naci Bey'in oğlu. Annesi Nakiye Hanım ise şair Lefkoşalı Galib'in yeğeni. Çocukluk yılları Üsküp'teki şiirlerine de yansıyan Rakofça çiftliğinde geçti. İlköğrenimini özel Mekteb-i Edep'te tamamladı. 1892'de Üsküp İdadisi'ne girdi. Bir yandan da İshak Bey Camii Medresesi'nde Arapça ve Farsça dersleri aldı. 1897'de ailesi Selanik'e taşındı. Annesinin ölmesi, babasının tekrar evlenmesi yüzünden aile içinde çıkan sorunlar nedeniyle Üsküp'e döndü. Tekrar Selanik'e gönderildi. 1902'de İstanbul'a geldi. Vefa İdadisi'ne (lise) devam etti. Jön Türk olma hevesiyle 1903'te Paris'e gitti.
]]>Kendimize aynada bakmaya fırsatımız ve aslında tahammülümüz yoktur bizim ki bu yüzden daima kendimizi değiştirme, -sanki çirkinmişiz gibi- güzelleştirme çabası içindeyiz. Gerçeği görmeye, dinlemeye dayanamayız ve elbette kendimizi de. Gazetelerin pazar ekleri de daima söyler aslında, “kendinize vakit ayırın” diye. Televizyon seyretmeyi, müzik dinlemeyi ya da bir üst mertebede; turlara katılıp, tarihi yerleri gezmeyi kendine zaman ayırmak zannediyoruz. Bir yerde bir yanlış var, biz kendine zaman ayırma meselesini de bir görev ve zorunluluk sayıyoruz. Ve aslında tüm o tavsiyeleri yerine getirdikten sonra gerçekten rahatladığımızdan değil, rahatlamamız gerektiğine inandığımızdan rahatlıyoruz işte. Hep bir mecburiyet, hep bir zorunda hissetme durumu… ve daima aklımızın bir kıyısında “buralardan” kaçıp gitme, muhtemelen “bir sahil kasabası”na yerleşme fikri duruyor. Zavallı ruhlarımız böylece adını koyamadığı eksiklikten kurtulacağını sanıyor. Ya da depresyonun biricikliğine bırakıyor kendini. Ve yine biz, bu hâlimizle ölmek üzere olan fakat asla belli etmeyen, acı çekmeyi bayağılık kabul ettiği için, gülmeye çalışan hastalara benziyoruz. İnilti ve kahkahanın gürültüsü birbirine karışıyor.
]]>
]]>
Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül
Etsem de abestir sitem-i hâre tehammül
Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül
(Nevres-i Cedîd)
Abes: Saçma, gereksiz
Hâr: Diken
“Aziz kardeşim, hemşerim Leylâ Erdal’a ziyâde muhabbet ve şükranla!
Ahmet Nezihi, ilkokulu beş ayrı okulda okudu. Beşinci sınıfın ilk dönemi bittiğinde dört işlemi beceremiyordu.
Babası son bir ümitle halasının yanına yolladı. Maraş’ta (şimdi ‘Kahraman’ diyorlar) Turan İlkokulu’ndan mezun oldu. Sonrasını ne siz sorun ne o söylesin. Okuyor, düşünüyor, film seyrediyor.
Tüliş’e, Mâfuş’a ve Efiş’e”
Tevâzû, bilgi, san’atkâr bir ruh ve nükte = Ahmet Nezihi Tûran. Bakmayın siz ilkokul beşinci sınıfta dört işlemi beceremediğine. O, okuyan, düşünen, duyan ve yorumlayıp insan yetiştiren bir aydındır.
]]>Hocası Yahyâ Kemâl gibi, Tanpınar da
Doğu ve Batı kültürlerini iyi bilen ve bunlardan yeni bir terkip meydana getiren adamdır. Roman, hikâye, deneme, makâle, edebiyat târihi, biyografi ve şiir dallarında çok başarılı eserler verirken hep bu terkîbi yaşatmağa çalışmış, yeniyi getirirken millî olmağı bilmiştir.
]]>