Muhafazakâr sanat ve estetik meselesi
Beşir AYVAZOĞLU
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen, İstanbul'da verdiği bir konferansta "Nasıl muhafazakâr kesimin bir demokrasi anlayışı varsa, muhafazakâr estetik ve sanatın normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz" demiş.
Konferansa katılma imkânı bulamadığım için bu cümleyi tam böyle mi söyledi, söylediyse hangi bağlamda söyledi, bilmiyorum. Emre Aköz, Sabah gazetesindeki köşesinde bu meseleden söz etti, benim de aralarında bulunduğum bazı isimleri zikrederek "Onların bu tartışmaya girmesi gerekir" dedi.
Bu konularda o kadar çok yazdım ki, fazladan ne söyleyebilirim, bilmiyorum. "Muhafazakâr sanat" sözünün arkasında bir otoriterlik eğilimi hissedilmiyor değil. Ama Mustafa İsen'in asla böyle bir eğilim taşıdığını sanmıyorum; devletin sanatta icracı değil, destekleyici olması gerektiği görüşünü benimsemiş birinin otoriterliği savunduğu söylenebilir mi?
Sanatta kendi görüşünüzü ve anlayışınızı hayata geçirmek istiyorsanız, bütün totaliter ve otoriter rejimlerde olduğu gibi, devletin gücünü ve imkânlarını kullanır, başında "devlet" kelimesinin bulunduğu kurumlarla toplumu yeniden biçimlendirmeye çalışırsınız. Yine de, Mustafa Bey'in "muhafazakâr sanat ve estetik" sözü problemlidir. Çünkü sanatın değil, sanatkârın muhafazakârlığından söz edilebilir. Birçok konuda muhafazakâr olan bir sanatkâr, sanatta son derece yenilikçi ve yaratıcı olabilir. Koyu bir Katolik olan ve "gelenek" kavramına yepyeni bir yaklaşım getiren T.S. Eliot, modern şiirin kurucularından değil mi? Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Necip Fâzıl, Sezai Karakoç gibi şair ve yazarlar muhafazakâr değil mi? Hepsi de edebiyatımıza yeni ufuklar açmış büyük sanatkârlardır.
Geleneği anlamak, onu yeniden üretmek için de dünyada neler olup bittiğini bilmek şarttır. Aksi takdirde muhafazakârlık yapıyorum diye kendinizi yaşadığınız çağın dışında bir yerde bulursunuz, kimse dönüp yüzünüze bakmaz. Önce neyi, nasıl muhafaza etmek gerektiğini bilecek, dilini çözecek, sembollerine nüfuz edecek, sonra dünyada sanat ve kültür adına neler olduğunu öğrenecek, ikisinden hareketle yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışacaksınız. Yani bugün, "modern" ve "güncel" sanat akımlarını yok sayarak bir yere varmak, geleneği yaratıcı bir kaynak haline getirmek pek mümkün görünmüyor.
Kendilerini muhafazakâr saymayanların da geleneği -anlamak için çok çalışmak gerektiği için- yok sayarak çok şey kaybettiklerini ayrıca belirtmeye gerek var mı?
Şu hususu belirtmekte de fayda görüyorum: Muhafazakârlık, muhafazakâr oldukları farz edilenlerin tekelinde değildir. En "çağdaş"lar bile bir süre sonra kendi anlayışlarının muhafazakârı olurlar ve iddia ediyorum, Türkiye'de en muhafazakâr kesim, kendini "çağdaş" zanneden kesimdir.
Derkenar
Arif Paşa Konağı
Geçen haftaki yazımda tarihî eserler restore edilirken çıkan yangınlardan ve neredeyse kül yığınına dönen Karacabey Ulucamii ile son anda kurtarılan Divanyolu'ndaki Arif Paşa Konağı'ndan söz etmiştim. Bu yazı üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul IV Numaralı Koruma Kurulu'nda da üye olarak görev yapan İBB Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş tarafından arandım. Cem Bey, son zamanlarda taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve restorasyonlarında olumlu ve başarılı örneklerin sayıları artsa da hâlâ olumsuz ve başarısız restorasyonlarla da karşılaşıldığını, bunun sebeplerini ayrıca konuşmak gerektiğini belirttikten sonra Arif Paşa Konağı hakkında bilgi verdi.
Cem Bey'in anlattığına göre, Arif Paşa Konağı, İstanbul I No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 17 Ocak 1990 tarih ve 1546 sayılı kararıyla tescillenmiş II. Grup bir kültür varlığıdır. Konağın kısmen altında yer alan Şerefiye Sarnıcı da aynı kurul tarafından 23 Mart 1988 tarih ve 232 sayılı kararla tescillenmiş. İlgili koruma kurulunun 7 Ocak 2009 tarih ve 2609 sayılı kararıyla, o tarihte Eminönü Belediyesi olarak kullanılan konağa sonradan eklenmiş betonarme ofislerin sarnıca zarar verip vermediği araştırılmış ve İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan statik raporu doğrultusunda söz konusu betonarme eklentilerin kaldırılmasına karar verilmiş. Açıkçası, gazetelerde Arif Paşa Konağı'nın yıkılmaya başlandığı, ancak tescilli olduğu anlaşılınca bundan vazgeçildiği yolunda çıkan haberler doğru değilmiş. Titiz ve detaylı bir çalışma sonucu hazırlanan rölöve-restititüsyon-restorasyon projesi geçen ayın sonlarında İstanbul IV Numaralı Koruma Bölge Kurulunca onaylanan Arif Paşa Konağı, restorasyonu tamamlandıktan sonra İBB Gençlik Meclisi'ne tahsis edilecekmiş. Onaylı proje doğrultusunda restorasyon uygulaması ön hazırlıklarının yapıldığı günlerde bilinmeyen sebeple çıkan yangın sonunda son katta ve çatı bölümünde kısmi bir hasar meydana geldiğini belirten Cem Bey'in yapının son durumu hakkındaki açıklamaları da şöyle:
"Uzun yıllar çeşitli kullanım ve farklı müdahaleler yüzünden, özellikle koruma kurulunun 1990 yılında onayladığı proje doğrultusunda yapılan tadilat, orijinal yapıdan bize geriye sadece dış cephesini bırakmıştır. Bunun dışında içeride bütün taşıtıcı sistem çelik-betonarme sisteme dönüştürülmüştür."