Hilmi Yavuz
İstanbul: 'Cahil Şehir'?
Şehir ve medeniyet arasındaki ilişkiyi, iki farklı düzlemde ele alabileceğimizi düşünüyorum: İlki,(i) bir şehrin medenî şehir olması; ikincisi,(ii) bir şehrin medeniyet şehri olmasıdır.
Medenî şehir, o şehrin yapısına; medeniyet şehri ise, o şehrin insanına atıfta bulunularak tanımlanabilir. Medenî şehir, bu bağlamda sosyolojinin ve antropolojinin konusudur;- medeniyet şehri ise, felsefenin konusu! Bir şehrin medenî bir şehir olması başka, medeniyet üreten bir şehir ('medeniyet şehri') olması başkadır çünkü!
Gordon Childe, şehrin kırsal kesimden farklılıklarını belirtirken, birkaç özelliğe dikkati çeker: Bunlardan ilki, şehirlerin saraylar, tapınaklar, kral mezarları gibi büyük anıtsal yapılarla kırsaldan ayrıldığıdır. İkincisi ve en az ilki kadar önemlisi, şehirlerde, kırsal kesimdeki akrabalık ilişkilerinin yerini, hemşehrilik ilişkilerinin almış olmasıdır. Bürokrasi ile ona bağlı yazı ve kayıt işleri de, şehirlerin ayırt edici özellikleri arasındadır. Dahası, sanatın zanaatkârlıktan ayrılarak, özerk bir estetik alan oluşturması, ancak şehirlerde mümkün olabilmiştir. Bu, sanatın, zanaatın işlevselliğine bağımlı bir üretim olmaktan çıkıp özerkleşmesi anlamına gelir. Şehri, medenîlikle ilişkilendiren, onu 'medenî şehir' kılan bu özelliklerdir.
Medeniyet şehrine gelince, bu şehirler, felsefenin konusudur. Platon'un Devlet'inin ve Farabî'nin El Medine'tül Fâzılâ'sının sorunsallaştırdıkları şehirler! Ama önce bilineni tekrarlayayım: Şehirle felsefe, daha doğru bir deyişle, İdeal Devlet'le (Site-Devlet'i) felsefe arasındaki bağıntıları, ilk defa Platon Devlet'te ortaya koymuştur. Oysa, Platon'dan sonra, Platon'cu ve Yeni-Platon'cu okullar, bu meseleyle hemen hemen hiç ilgilenmemiş görünüyorlar. Richard Walzer'in belirttiği gibi, Erken Hıristiyan kilisesinde olsun, Kilise Babaları döneminde olsun, Platon'un İdeal Site (Devlet) kavramı üzerinde durulduğuna dair bir kanıt yoktur. Platon'un Devlet'i Latinceye çevrilmemiştir bile...
Buna karşılık, İslam düşünürlerinin Platon'un Devlet'ine bunca ilgi göstermeleri, görünüşte şaşırtıcıdır. Gerçekten de İslam filozofları Devlet'i olağandışı bir ilgiyle okumuşlar, Felsefe ve İdeal şehir (Devlet) ilişkilerini kuşatıcı bir yaklaşımla ele almışlardır. Farabî'nin El -Medine'tül Fâzılâ'sı ve bunun bir versiyonu olan Füsûsü'l Medenî'si bu ilginin açık kanıtıdır. Birçok bakımdan Farabî'nin takipçisi olan İbn Rüşd'ün de Platon'un Devlet'inin bir şerhini yaptığını biliyoruz. İlginç olan şudur: İbn Rüşd'ün bu şerhinin İbranice çevirisi vardır ve fakat Latince çevirisi ancak 16. yüzyılda, o da Arapçadan değil, İbraniceden yapılmıştır. Bu ilgi neyi gösteriyor? Şunu: Müslüman filozoflar (Farabî, İbn Rüşd), şehrin medenî bir şehir olmasıyla değil, bir medeniyet şehri olmasıyla ilgilidirler de ondan. Şayet Hıristiyan filozoflar da medeniyet şehirleriyle meşgul olsalardı, Platon'un Devlet'inin 16.yüzyıldan çok önce dikkatlerini çekmiş olması gerekirdi. Görüldüğü gibi, böyle olmamıştır!
Farabî'nin Erdemli Şehir'i (El-Medine'tül Fâzılâ'yı) bir Medeniyet Şehri olarak tasarladığını önesürmek mümkündür. Ona göre Hikmet, Riyaset'in şartıdır. O açıkça söylemiyor ama Hikmet, Medeniyettir;- Hikmet sevgisi (Felsefe) de, Erdemli Şehir'in 'olmazsa olmaz' şartı!. Farabî, Erdemli Şehir'e aykırı duran, öteki şehirleri de sınıflandırır, şöyle: Cahil (Cahilî) Şehir; Bozuk (Fâsık) Şehir; Değişmiş (Mubaddala) Şehir ve Şaşkın (Dalla) şehir. Bunlar Erdemli Şehirler (El-Medine'tül Fâzılâ) olmadıkları için medeniyet şehirleri de olamazlar. Niçin? Çünkü Cahil Şehir, halkı mutluluk nedir bilmeyen, mutluluktan habersiz olan şehirdir. Bu neden böyledir? Cevabı Farabî veriyor: 'Felsefeden mahrumdurlar çünkü!' Onların bildiği tek iyi şey, 'görünüşte iyi oldukları zannedilen' şeylerdir: 'Beden sağlığı, zenginlik, şehevî zevkler, insanın kendi arzularının peşinden koşma serbestliği, saygı ve itibar görme!' Farabî'ye göre Cahil Şehir halkı için bunların her biri, bir mutluluk sebebidir. Farabî, şeylerin gerçekte oldukları gibi (Arapçası: Keme Hiye) tasavvur edilebilir olmalarını, münasebet ve temsil yoluyla tasavvur edilebilir olanlarından ayırır. Şehirdeki filozoflar insanların ruhlarında gerçekte oldukları gibi tasavvur edilenleri (Arapçası: İrtisam), kesin ispatlar yani Burhan ve kendi görüleri, yani basair ile bilirler.
Şimdi İslam şehirlerini bu kriterlerle değerlendirsek, nasıl bir sonuç elde ederiz? Mesela İstanbul, belki bir medenî şehirdir, ama bir Erdemli şehir olarak Medeniyet şehri midir;- yoksa Farabî'nin dediği gibi, beden sağlığı tutkusu, zenginlik ve şehevî zevklerle arzuların peşinde koşma özgürlüğü, itibar ve gösteriş merakı ile, kısaca gerçekten iyi olan'la değil de, görünüşte iyi olan'la mutluluğu edinebileceğini sanan insanların yaşadığı bir Cahil Şehir mi?