Beşir Ayvazoğlu - Veliahd Dairesi meselesi
Bazı gazetelerde, bir TBMM heyetinin halen İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi tarafından kullanılan Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi'nde gördükleri karşısında dehşete düştüğüne dair haberler çıktı.
Yayımlanan fotoğraflar, gerçekten, sarayın ayrılmaz bir parçası olan Veliahd Dairesi'nin içler acısı bir durumda olduğunu gösteriyordu. Konuyu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Suphi Saatçi'yle görüştüm; 2006 yılında Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın Veliahd Dairesi'nde restorasyon kararı aldığını, bu restorasyonun o tarihten beri devam ettiğini, üniversitenin bir çivi çakmaya bile yetkisinin bulunmadığını söyledi.
1937 yılında Devlet Resim ve Heykel Müzesi kurulmak üzere Güzel Sanatlar Akademisi'ne tahsis edilen Veliahd Dairesi'nin Türkiye'nin en zengin resim ve heykel koleksiyonunu barındırdığını hatırlatmaya gerek yok. Ancak bu eski yapının bu muhteşem koleksiyona dar geldiğini ve modern müzecilik şartlarını taşımadığını da kaydetmekte fayda vardır. Nurullah Berk, 1972 yılında yayımlanan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi adlı eserinde şunları yazmıştı: "... görünüşe göre müze daha uzun yıllar buradan çıkamayacaktır. Modern müzecilik koşullarının hiçbirini yerine getirmeyen bu saray, iyi kötü barındırdığı tablo ve heykelleri, ancak onlara layık bir mekân yapıldıktan sonra Beşiktaş kıyılarından selâmetleyebilecektir."
Resim ve Heykel Müzesi fikri, Burhan Toprak'ın Güzel Sanatlar Akademisi müdürü olduktan sonra açılmasını sağladığı "Elli Yıllık Türk Resmi Sergisi"nden doğdu. Bu sergiyi gezen Afet İnan'ın Atatürk'e bir müze ihtiyacından söz ettiği, onun da derhal gerekli emri verdiği söylenir. Müze için tahsis edilen Veliahd Dairesi'nde gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, müdür olarak tayin edilen ressam Halil Dikmen, Léopold Lévi ve Cemal Tollu'yla birlikte çalışarak çeşitli bakanlıklar, devlet daireleri ve Dolmabahçe Sarayı'ndan temin ettiği resimlerle Türkiye'nin ilk güzel sanatlar müzesinin çekirdeğini oluşturur. Malik Aksel, bir yazısında bu oluşum sürecinden şöyle söz ediyor:
"O sırada Güzel Sanatlar Akademisi'nde bölüm şefi Léopold Lévi müzenin tertibine memur edilmişti. Avrupa öğreniminden geri gelenlerle Çallı grubu bunun resim seçimini pek beğenmiyor, ama bir şey diyemiyorlardı. O devirde Çallı ve arkadaşları akademimize önem verirlerken, eski ressamların hele Ali Rıza ve ona benzer ressamların resimlerini resim saymıyorlardı. Hâlbuki bu yabancı ressam Seyit Bey, Şeker Ahmet Paşa, Zekâi Paşa, Hoca Ali Rıza ve arkadaşlarına müzede yer veriyordu, hem de en başta... Bir vakitler Seyit Bey'in bedestende resimleri iki buçuk liraya satılırken, İstanbul'da Galatasaray'dakiler elli liraya satılırdı. Resim deyince bunlar anlaşılıyordu. Unutulmuş ilk Türk ressamlarını bu Fransız tekrar ortaya koydu; memleket bunların da bir değer olduğunu anladı."
Resim ve Heykel Müzesi'nin ilk müdürü olan ve bu görevini tam yirmi dört yıl sürdüren Halil Dikmen, bilindiği gibi aynı zamanda Neyzen Emin Dede'den meşk etmiş büyük bir neyzen, dolayısıyla neyde bir meşk zincirinin en önemli halkalarından biriydi.
Nurullah Berk, Halil Dikmen'i Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde müdürlük yaparken görmeyenlerin, onun kimseninkine benzemeyen titizliğini, işine kılı kırk yararcasına sarılışını anlayamayacaklarını söyler. Sabahları herkesten önce müzeye gelip yukarı çıkarak koridorlarda sessizce dolaşmaya başlayan titiz sanatkâr, gözüne çarpan aksaklıkları eliyle tek tek düzeltirmiş. Bütün aksaklıkların giderildiğine kanaat getirince bürosuna geçer, bürokratik işlerini hallettikten sonra dostlarını ağırlamaya ve talebelerine ders vermeye başlarmış. Dostları mı? Devrin tanınmış şairleri, yazarları, musikişinasları... Hepsini tatlı gülümseyişiyle ve "erenler", "mîrim", "sultânım", "cânım efendim" gibi, İstanbul beyefendilerine has hitaplarla karşılarmış.
Rahmetli Turgut Cansever, devrin birçok tanınmış simasını resim ve ney hocası Halil Dikmen'in yanında tanıdığını söylemişti. Mesela İstanbul'un beyaza büründüğü bir kış günü birlikte Dede Efendi'nin Ferahfeza Peşrevi'ni çaldıkları sırada Asaf Hâlet Çelebi gelmiş ve büyük bir heyecanla dinlediği peşrev bittikten sonra yeni yazdığı Sema-i Mevlânâ şiirini okumuş. Başka bir gün Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı romanında Ressam Cemil adıyla zikrettiği Halil Dikmen'in neyini Veliahd Dairesi'ndeki makam odasında uzun uzun dinledikten sonra, "Halil," demiş, "bu yaptığının ne kadar büyük bir iş olduğunu bilemezsin. Bununla Türkiye'yi yeniden inşa ediyorsun!"
Veliahd Dairesi böyle güzel hatıralar taşıyan ve Türk resim ve heykelinin en seçkin örneklerini yıllardır barındıran bir mekân. Milli Saraylar Daire Başkanlığı restorasyonu bir an önce tamamlamalı, fakat mutlaka uygun bir yere büyük bir modern sanatlar müzesi yapılarak depolar dolusu sanat eseri en sağlıklı şartlarda teşhir edilmelidir. Veliahd Dairesi'nin de bu müzenin bir birimi olarak korunmasından yanayım. Unutmamak gerekir ki, bu sarayın hanedana mensup son sakini Abdülmecid Efendi de önemli bir ressamdı ve bu müzede resimleri bulunan ressamların çoğunun koruyucusuydu.
Kaynak: Zaman