Çektiği belgesel ve kısa filmlerle adından söz ettiren yönetmen Binnur Karaevli, sinemaya adım atıyor. Karaevli, kendisi gibi ABD’de yaşayan Alev Croutier’in ‘Gözyaşı Sarayı’ isimli tarihî romanını beyaz perdeye aktaracak.
Yıllardır ABD'de yaşayan yönetmen ve yapımcı Binnur Karaevli, genç yaşına sayısız kısa film sığdırdı, birçok belgesele imza attı. Özellikle ‘Cenneti Ararken’ isimli belgeseli uluslararası arenada hayli ses getirdi. Yönetmen, Doğu ile Batı arasında sıkışmış üç Türk kadınının anlatıldığı 'Turkish Woman Who Dare' adlı son belgeselinde de hemcinslerinin sorunlarına farklı bir pencereden bakıyor.
Binnur Karaevli, şu sıralar Alev Croutier'in ABD’de satış rekorları kıran 'Gözyaşı Sarayı' isimli romanını sinemaya aktarmakla meşgul. Projenin dünya sinemasında bir ilk olacağını ifade eden yönetmen, asıl önemlisi Osmanlı’yla ilgili bir dönemin aralanacağını düşünüyor. Karaevli, Aksiyon'un sorularını cevapladı.
- ‘Cenneti Ararken' isimli belgeseliniz çok ses getirmişti. Bunun sebebi neydi?
Türkiye ve Doğu-Batı kültürünü anlattığı içindi. Hem böyle bir şey daha evvel yapılmamıştı hem otobiyografik yanı da vardı o filmin. Otobiyografik hikâyeler pek çıkmadığı için Amerika'da, Batı Amerika'da ve Avrupa'da insanlar daha çok kişisel hikâyeleri görmek istiyor. Ben en son çektiğim belgeselimde de kişisel hikâyeleri ön plana çıkardım. Batı seyircisine o şekilde daha çabuk ulaşabiliyorsunuz. Kişisel hikâyeyi görünce kendisinden de bir şeyler bulabiliyor insanlar.
- En son çektiğiniz ‘Turkish Women Who Dare' isimli belgeselin özelliği ne?
Bu uzun metrajlı belgeselimde esas üç ana kadın karakterini takip ettim. Fakat sadece bu kadınlar yok filmde. Bunların yanı sıra çok geniş bir yelpaze var. Birçok kesimden, yöreden değişik kadını da kattım belgesele ki daha zengin olsun. Aynı zamanda Türkiye'yi biraz daha gerçekçi anlatabilmek için tabii.
- Toplumsal şartlar bağlamında kadın sorunlarının ele alınış biçimi nedir tam olarak?
Belgeselde iki konu üzerinde odaklanmaya çalıştım. Birisi, kişisel hikâyeler. Bunlar, kişinin kadın veya erkek olsun (tabii buradaki esas karakterler kadındı), kendi düşlerini gerçekleştirmek için verdikleri savaş. Bu kişisel tema aslında dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için geçerli bir konu. Çünkü herkes hayatta yapmak istedikleri için bir mücadele veriyor, bu kişisel yönü filmin. Bir de toplumsal yönü var. Özellikle kadınların çoğu Türkiye'de birçok sorunla karşı karşıya kalıyor. Yelpaze geniş bu konuda, bir tarafta töre cinayetleri, baskı, şiddet, aile içi şiddet gibi çok önemli ağır konular var, öbür tarafta da belki istediği mesleği yapma noktasında aileden psikolojik baskı gören kadınlar. Bu ağırlığı az olan bir konu; ama yelpaze bu kadar geniş Türkiye'de. Ayrıca sokağa çıkmak için izin almak durumunda olan kadınlar var. Batı'daki kadınlar gibi özgürce yaşayıp kariyer yapan kadınlar da var.
- Yapımlarınızda çelişkileri, özellikle Doğu-Batı, dinler arası ve kadın-erkek çelişkilerini işliyorsunuz. Bu anlamda yeni bir film hazırlığınız var. Filmin içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz?
Şu anda ön prodüksiyon aşamasında. Alev Croutier isimli, Amerika'da yaşayan Türk asıllı bir yazarın 'Gözyaşı Sarayı' romanından uyarlama. Ben onun haklarını satın aldım. Zaten birkaç yıldır bunun üzerinde düşünüyordum ve projenin şu anda ana taslağını hazırladık. Türkiye'de de sponsor bulmaya çalışıyoruz. Birtakım oyuncularla temaslara başladık. Amerika'da da bunun paketlemesi yapılacak. Orada ortaklarla konuşmaya başladık.
- Romanın adı ‘Gözyaşı Sarayı'. Proje bu isimle hayata geçecek değil mi?
Evet, kitabın adı üzerinden sürdüreceğiz projeyi. Gözyaşı Sarayı, 19'uncu yüzyılda geçen bir aşk serüveni. (Sultan) Abdülaziz döneminde yaşanıyor. Olayların bir kısmı Avrupa'da, bir kısmı Afrika'da, diğer kısımları İstanbul'da geçiyor. Aynı zamanda tarihî karakterler var. Abdülaziz de var, Fransız Kraliçesi Eugenie de. Aslında tam Doğu ile Batı'nın bir araya geldiği dönemde geçen bir film bu.
- Geçmişten günümüze sinema dünyasında Osmanlı dönemine ilişkin çarpıcı bir örnek görmedik. Çok uluslu ilk proje olacak galiba…
Evet amacım da bu. Çünkü dünya sinemasında da Osmanlı dönemiyle ilgili hiçbir yapım görmedik. Ama yapılabilir bu çok yakında. O yüzden başkaları bu konuyu yapmadan, içinde Türklerin de olduğu bu projenin gerçekleştirilmesi çok önemli. Ayrıca Osmanlı döneminde çok zengin materyal var. O yüzden bu hakikaten çok güzel bir konu ve yurt dışında da seyircilerin zevkle, ilgiyle seyredebileceği bir film olacak.
- O dönemi beyaz perdeye ne kadar aktarabileceksiniz?
Bu çok önemli bir konu. Üstelik çok zengin hikâyeler var o dönemden. Aynı zamanda kostümler de çok hoş. Yine de çok eski sayılmaz, yakın tarih sayılır. Bu projede beni heyecanlandıran nokta, hikâyenin Doğu ile Batı'nın bir araya geldiği Süveyş Kanalı'nın açılışı sırasında, Fransızların Abdülaziz'i razı etmek için kraliçelerini gönderdiği sırada geçmesi. Çünkü bir açıdan Türkiye'nin konumu o zamandan belirlendi, yani İstanbul'un Doğu ile Batı arasında köprü olması bugün için de geçerli. Bundan 150 yıl önce de bu geçerliydi. Onları da göstermek çok güzel olur, böyle bir şey bugüne kadar hiç yapılmadı.
- Türk sinemasının, toplumsal şartları ve tarihsel bir dönemi anlatmada yetersizlikleri var, kostüm, çekim, kurgu anlamında… Bu eksikliklere nasıl bakıyorsunuz?
Filminizde bunların aşılabileceği konusunda iddialı mısınız? İddialıyım tabii ki. Çünkü bunların aşılması şart. Her şeyden önemlisi senaryo uluslararası nitelikte ve film İngilizce olacak. Zaten karakterlerin bir kısmı yabancı. O dönem Osmanlı'da da çok yabancı var. Haremde kökleri Avrupa'ya dayanan kadınlar var. Kitabın yazarı da Osmanlı'da harem konusunda uzman birisi. Gerekli danışmanlar da tutulacak. Tüm kostümler ve detaylar hakikaten çok gerçekçi olmalı. Bunu, ancak uluslararası vizyonda bir proje yapılırsa gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum.
- Sponsor arayışınız oldu mu?
Kültür Bakanlığı'nın projeye yaklaşımı nasıl? Türkiye'den sponsorluk bulmamız çok önemli. Bu konuda ciddi çalışmalarımız var. Görüşmelerimiz çok sıkı bir şekilde sürüyor. Kültür Bakanlığı ile de görüştük, destek vereceklerini belirttiler. Oldukça ilgililer, çünkü onlara çok güzel bir sunum yapıldı. Çok kişiyle konuşuyoruz. Belki kişisel yatırım bile olabilir. Amerika'da bu oluyor. Orada ilgililerle konuşuyorum, Avrupa'dan da bir partner almamız gerekiyor.
- Oyuncu kadrosuyla ilgili hazırlıklar nasıl gidiyor, düşündüğünüz oyuncular kimler?
Oyuncu kadrosunda çok iddialıyız. Düşündüğümüz oyuncular var. Global bir şey yapacaksak, global sinemanın kurallarıyla yapmamız gerekiyor. Beş tane ana karakter var filmde. Bir tanesi Abdülaziz. Onun için iyi İngilizce bilen bir Türk oyuncu düşünüyoruz. Henüz bir isim belirlemiş değiliz. Onun dışında, Clive Owen olabilir, Eric Bana olabilir, Javier Bardem olabilir. Bir de bunlar hakikaten çok iyi oyuncular. Mesela İmparatoriçe Eugenie'yi, Fransız Kraliçesi'ni, Nicole Kidman gibi birisi oynayabilir. Çok ağır bir rol olmayacaktır, yardımcı kadın oyuncu rolünde olacaktır; ama çok esaslı ve güzel bir rol olacaktır Kidman için. Sonra Nakşidil Sultan diye bir karakter var. Rivayete göre Fransız asıllıymış, onu da Avrupalı bir oyuncunun canlandırmasını istiyoruz. Monica Belluci ya da Juliette Binoche gibi oyuncuları düşünüyoruz.
- ABD'de projeye yaklaşım nasıl?
Amerikan film şirketlerine götürüldü mü proje? Amerikan film şirketleri ile konuşmaya başladık. Çok ilginç buluyorlar projeyi. Çok renkli, çok değişik; ama aynı zamanda oradaki seyircinin de anlayabileceği gibi, içinde hem macera, hem aşk hem de değişik bir kültürün ve hafif bir gizemin de olduğu çok güzel bir proje olarak görüyorlar. Fakat oradan bana söylenen, bütçe konusunda Türkiye'den de bir adımın atılması. O adım atılırsa 'biz bu projede varız' denildi. Şimdi biz o ilk adımı atabilecek Türk sponsorlar arıyoruz.
-Seyirci ile tam olarak ne zaman buluşacak, Gözyaşı Sarayı?
Bunu mümkün olan en kısa sürede tamamlamak istiyorum. Çünkü her gece filmin kareleri gözümün önünde canlanıyor. Amerika'da uzun süre bir proje üzerinde çalışmaya alışığız. Şu anda sinemalarda olan Avatar'ı James Cameron 18 yıldır hayal ediyor. Belki 10 yıldır da üstünde çalışıyor. Birçok proje aslında Amerika'da uzun yıllar ve uzun emekler sayesinde ortaya çıkıyor. Türkiye'de birtakım şeyler çok daha çabuk oluyor. O yüzden benim de en büyük isteğim, 2010'un sonunda çekime başlarsak, 2011'de vizyona girmek. Daha erken olabilir; ama geç olmaz. Setlerin hazırlanması, kostümler zaman alır. Ön hazırlık çok önemli. Çünkü motor dediğiniz anda her dakikası binlerce dolar. O anda birtakım şeyleri değiştirmek ve kararsızlığa düşmek istemem.
Aksiyon