Beşir Ayvazoğlu
Bir sergi, Osman Hamdi Bey ve Arkeoloji Müzesi
Pera Müzesi'nde "Arkeoloji, Diplomasi ve Sanat" alt başlığını taşıyan önemli bir sergi açıldı: "Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar".
Sergide, ressam, müzeci ve arkeolog olarak ele alınan Osman Hamdi Bey'in Assos ve Nippur'da yaptığı arkeolojik kazılar ve bu kazılarda görev alan Amerikalı arkeologlarla ilişkileri de anlatılıyor.
Küratörlüğü Pennsylvania Üniversitesi'nden Prof. Renata Holod ve Prof. Robert Ousterhout tarafından yapılan sergide, Osman Hamdi Bey'in Pennsylvania Üniversitesi Müzesi, Boston Güzel Sanatlar Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile özel koleksiyonlardan derlenen resimlerini, on dokuzuncu yüzyıla ait arkeolojik fotoğraf ve çizimleri, bazı mektupları, seyahat günlüklerini ve ilk defa sergilenen arkeolojik eserleri görmek mümkün. Ayrıca Osman Hamdi Bey'in Pennsylvania Üniversitesi Müzesi'nde keşfedilen "Cami Kapısında" ve "Nippur Tapınak Sarayı Kazısı" adlarındaki tabloları sanat dünyasının dikkatine ilk defa bu sergiyle sunuldu.
Osman Hamdi Bey, bugün Irak sınırları içinde kalan Nippur şehrindeki Niffer höyüğünde yaptığı ve çok sayıda Sümer tableti çıkardığı kazılarda Amerikalı arkeolog John Henry Haynes ve Asuroloji profesörü Hermann Vollrath Hilprecht'le birlikte çalışmıştı. Bu kazılar sonunda on yedi bin kadar tablet İstanbul'a, bunun üç misli tablet de Amerika'ya gönderildi. Assos kazılarında keşfedilen Athena Mabedi'nin rölyeflerinin büyük bölümü de Amerika'ya götürülmüştü.
Osman Hamdi Bey, hiç şüphesiz çok önemli bir sanatkâr ve aydındı; zamanında teşebbüse geçip Asar-ı Atika Nizamnamesi'nin çıkarılmasını sağlamasaydı, müzelerimiz herhalde bugün daha fakir olurdu. Çünkü Osmanlı coğrafyası, bilhassa Anadolu ve Mısır, arkeolog veya arkeolog maskesiyle dolaşan eski eser soyguncuları için, Zât-ı Şâhâne'den koparılan izinlerle sürekli yağmalanan uçsuz bucaksız bir arkeoloji cenneti haline gelmişti.
Babası Edhem Paşa tarafından Paris'e hukuk tahsil etmesi için gönderilen, fakat Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda ve oryantalist ressamların atölyelerinde resim tahsil ederek dönen bu zeki ve cesur adam -sanat tarihçilerinin "Primitifler" dediği ilk Osmanlı ressamları daha çok peyzaj ve natürmort çalışırken- büyük bir cesaretle portreler ve figüratif kompozisyonlar yapardı. Genellikle fotoğraftan çalışsa da renklerinin tazeliği ve parlaklığı, ayrıntılar üzerindeki şaşırtıcı dikkati ve kompozisyonlarındaki başarısıyla kendine has bir üslûp yaratmıştı. Fakat Paris'te öğrencisi olduğu oryantalist ressam Jean-Léon Gérome'dan derin bir biçimde etkilendiği için hayatımıza, o hayatın içinden gelmiş biri gibi değil, oryantalistlerin gözüyle bakıyordu.
Asıl önemli faaliyetlerine Müze-i Hümayun'un başına getirildikten sonra başlayan Osman Hamdi Bey, böylece Paris'teki talebelik yıllarında ilgisini çektiği muhakkak olan müzecilik ve arkeolojiyle bilfiil ilgilenme imkânı buldu. O sırada babasının Dâhiliye Nâzırı olmasından yararlanarak bir genelge hazırladı; bu genelgede memleketin her yerinde toprak altından çıkarılan eserlerin Müze-i Hümayun'a gönderilmesi isteniyordu. Çok geçmeden İstanbul'a eski eserler yağmaya başladı, ancak Osman Hamdi Bey, sanat eserlerine karşı ilgi ve sevgi olmadan eski eserleri tahripten kurtarmanın imkânsız olduğunu düşünüyordu. Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) bu düşünceden doğdu.
Osman Hamdi Bey'in Müze-i Hümayun'u esaslı bir şekilde düzenleyerek arkeolojiyle ilgilenmeye başladığı yıllarda, yani XIX. yüzyılın ikinci yarısında, "Yunan Mucizesi" fikri Avrupa'da altın çağını yaşıyordu. Arkeolojinin gayesi, esas itibariyle, antik Yunan, Roma ve benzeri medeniyetlerin kalıntılarını, başka bir deyişle, Batı medeniyetinin köklerini ortaya çıkarmaktı. Osman Hamdi Bey de ister istemez bu gayeye hizmet etmiştir. Arkeoloji Müzesi binasını tam da Fatih devrinden kalma Çinili Köşk'ün karşısına Nev-Yunanî üslûpta inşa ettirmiş olması başka türlü açıklanabilir mi?
Osmanlı mimari mirasının korunması için ömrünün sonuna kadar mücadele eden ve İbrahim Paşa Sarayı'nın büyük bir kısmını yıkılmaktan kurtaran Yüksek Mimar Sedat Çetintaş, Arkeoloji Müzesi binasının yıkılması gerektiğini yıllarca ısrarla savunmuştu. Çetintaş'a göre, bu bina, Topkapı Sarayı'nın batı cephesini haksız ve hiç istenmedik bir şekilde maskeliyor ve Çinili Köşk gibi bir sivil mimari şaheserini üç cephesinden boğuyordu. Fatih'in planıyla bizzat meşgul olduğu bu şaheser, Arkeoloji Müzesi binasıyla Topkapı Sarayı'ndan tecrit edilmiş, tek başına bırakılarak manasızlaştırılmıştı. Çinili Köşk, Baltacılar Dairesi önünde, Fatih'in ve çocuklarının yaptırdıkları diğer binalara bakarak bir bütünlüğün parçası olması halinde asli hüviyetini ve manasını koruyabilirdi.
Sedat Çetintaş'ın Arkeoloji Müzesi binasıyla ilgili bütün eleştirilerini tek tek sıralayacak değilim. Sadece Osman Hamdi Bey'in yeniden gündeme gelmesi vesilesiyle hatırlatmak istedim, o kadar. Ayrıca bunları gerçekten önemli bir adam olduğuna inandığım Osman Hamdi Bey'i eleştirmek için yazmıyorum. Diyorum ki, "Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar" sergisini gezerken aklınızda bunlar da bulunsun.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1096