ESTERGON KALESİ
Budin’in 50 kilometre kuzeybatısında, Tuna’nın güneyinde, Avusturya, Slovakya, Macaristan sınırlarının birleştiği yerde, Tuna ve Gran nehirlerinin kavşağında şöhretli bir sınır kalesiydi. Almanlar bu kaleye Gran, Macarlar Estergom, Türkler Estergun derlerdi. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 yılında fethedilmiştir. Evliya Çelebi ziyaret ettiğinde, 16 mahallesi, 2900 evi, 4 camii, 2 medresesi, bir çok mektebi vardı. Ayrıca asker aileleri için özel evler yapılmıştı. En büyük camii “Mahkeme Camisi” idi ve kapısında şu mısralar yazılıydı :
Adı belli şehidler var yanında,
Kimisi sağında, kimi solunda.
Salâ oldu, namaza başlanıldı,
Muhammed Mustafa’ya vakfolundu.
Şehadet eyledi hep hâsı âmı bittamam.
Bu cami oldu şehidler makamı,
Kabul ola namazlar bittamam.
Hûda makbul ede ânı yapanı.
(Kaynak: Evliya Çelebi)
Kalenin 50 tane balyemez topu vardı. Kale Beyi, Dizdarağaları ve Yeniçeriler Macarlar gibi giyinirlerdi ve gören onları Macar zannederdi. Macarcayı da çok güzel konuşurlardı. Estergon’daki Türk askerleri çok cesur olmakla ün yapmışlardı. Oralarda birisine beddua edilmek istendiği zaman “Estergonlu belâsına uğrayasın!” derlerdi. Kalede üç mehter takımı vardı. Bunlar günde üç defa sıra ile nöbet vuranda, köslerin sesiyle Macaristan ovaları inlerdi. (Kaynak: Osman Yavuz Saral, “Kaybettiğimiz Rumeli” Bogaziçi Basım ve Yayın Evi, 1974)
Tarihçilerimizin “cebîn, menhûs ve muhannes” diye andıkları Koca Sinan Paşa zade Mehmet Paşa’nın düşman karşısında yok yere yenilişi üzerine, Nemçe yani Avusturya orduları başkomutanı Prens Mansfeld, 2 Ağustos 1595 günü 80 bin kişilik bir haçlı ordusu ile Estergon Kalesini muhasara etti. Kaleyi ise Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmet Paşa bin dört yüz kadar gazi ile savunuyordu. Bu kadar az bir güçle kaleyi savunmak hayli güç oldu. Muhasara 28 gün sürdü. Sonunda Paşa kaleyi vire ile teslim etmek zorunda kaldı. Herkes malı ve silahı ile gidecekti. Düşman kendi gemileri ile gazileri Visegrad kalesine taşıdı. Estergon’un kaybı bütün serhadlerde büyük bir acı ve üzüntü yaratmıştı. Serhad gazileri, her tarafta yanık ve hüzünlü sesleriyle Estergon’un elden gitmesinden doğan acılı türküleri söylüyorlardı.
(Kaynak: Mithat Sertoğlu, Hayat Tarih Mecmuası sayı:6/1965)