MİMARLIK VE FELSEFE
Jacques Derrida:
Mimarlığın Felsefesi ya da Felsefenin Arkitektoniği…
“Mimar Olmayanların Kaleminden Mimarlık” dosyamıza paralel olarak sunduğumuz yazı, mimarlık “üzerine ‘söz’ söylemek” konusunda en çok atıfta bulunduğumuz felsefecilerden Jacques Derrida’ya yoğunlaşıyor. Sadece ‘sözünü söylemek ” le kalmayıp, Bernard Tschumi ile birlikte çalıştıkları Parc de la Villette projesi ile ‘söz’ünü ‘gerçeklik’e dönüştürmüş biri olarak... Yazı, söylemlerinin örnekleme alanı olarak mimarlığı kullanan Derrida’nın, “mimarlığı bir metafora dönüştürüp, felsefeyi onun önüne ya da üstüne kurmak” amacı taşıdığını söylüyor.Let us consider architectural thinking.(1)
Jacques Derrida Doğal yapısı gereği birçok disiplinden beslenen mimarlık edimi, eş zamanlı olarak tüm diğer bilgi ve sanat alanlarını da fiziksel ve kavramsal olarak besler. Bu karşılıklı besleme ve beslenme durumu, tarihin farklı dönemlerinde gerek mimarlığın kendi iç dinamiklerini, gerek mimarlık dışı alanların düşünsel kurgusunu dönüşümlü olarak motive etmiştir. Her ne kadar mimarlık kuramı oluşturmaya yönelik çalışmalar tüm bilgi alanları ile kaçınılmaz olarak yoğun ilişki içerisinde olmuşlarsa da, kuşkusuz ki 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan disiplinlerarası çeşitliliğe çok az sahip olmuşlardır.(2)
Mimarlık kuramının dinamikleri, doğal olarak tüm bu süreçte değişip dönüşmüşse de, kuşkusuz en somut ifadelerinden birini ünlü Fransız Düşünür Jacques Derrida’nın (1930- )kuramlarının tartışılmaz etkilerinde bulur. Birçok mimar için Derrida ismine aşina olunmasının temel sebebini, de-konstrüksiyon adlı mimari akım ile olan ilişkisi oluşturur. Ancak yazıktır ki, Türkçe’ye birçok yayında ‘yapı-bozumculuk’ olarak hatalı bir şekilde çevrilmiş olan kuram ve bu kuramın en önemli yaratıcılarından biri olan Derrida pek tanınmamış, daha da kötüsü çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır. Aslında, tanım olarak ‘yapı-çözümcülük’ çevirisinin, kuramın genel kurgusuna daha yakın olduğu de-konstrüksiyon akımı, eleştirel teoride genellikle yapısalcılık sonrası/ötesi kuramlara dahil edilen bir okuma sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Derrida’nın kuramlarını, özellikle mimarlık üzerine direkt etkisi olanlarını anlayabilmek, temelde onun düşünce sisteminin eleştirel kuramlar arasındaki yerini analiz etmek ile mümkündür. Örneğin Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) yapısalcı yaklaşımı anlaşılmadan, Derrida’nın bu yapısalcılığın ötesine giden tutumunu anlamak mümkün olamayacaktır. Mimarlık üzerine okuyan herkes Saussure’ün adını duymamış olabilir, ancak özellikle 70’lerde popüler bir konu olan göstergebilim ile mimarlık ilişkisi üzerine bir şeyler okumuştur. Aslında Ferdinand de Saussure, 1916 yılında yayımlanan Genel Dilbilim Dersleri adlı kitabıyla bu bilimi kuran kişidir.(3)
Bu yeni bilim öylesine güçlü bir etki yaratmıştır ki, mimarlık da 60’lı yılların ortasından itibaren bu yeni terminolojinin etkisi altında kalmıştır. Öyle ki, bu yaklaşımda olanlara göre, göstergebilim terminolojisi bağlamında mimarlık bir dil (language) gibi düşünülürse, her mimari yapı bir söz öbeğine (parole) dönüşür.(4)
Derrida ise, temelde kuramını Saussure’ün yapısalcı yaklaşımı üstüne kurmuş olsa da, birçok noktada farklılaşmış ve yapısalcılık-sonrası bir tutum sergilemiştir. Derrida’nın Saussure’ün yapısalcılığından ayrıldığı temel nokta ‘logocentrism’, yani sözmerkezcilliği ‘phonocentrism’, yani sesmerkezciliğe tercih etmesinden kaynaklanır.(5)
Bilindiği üzere, antikite felsefesini temel alan Batı düşünce sisteminde yazı, Platon’un Phaedros diyalogundan günümüze değin sesten daha ikincil tutulmuş, anlamın, özün ya da orijinin ses merkezcillikten yola çıkılarak bulunabileceği düşünülmüştür.(6)
Ancak, söz merkezcilliği savunan Derrida, bu yüzdendir ki Platon’nun Phaedros diyaloguna ironik bir dille öykünen “Plato’s Pharmacy,” yani “Platon’nun Eczanesi/Eczacılığı” adlı bir makale kaleme almıştır ve bu makalede yazıyı orphan yani öksüz olarak nitelemiştir.(7)
Devamını oku...